Aslında her şey bir gaz bulutuyla başladı. Ama o kadar gerilere gitmeye gerek yok. Jordan Mechner'in, kardeşini etrafta koşturup sonra da bunları kameraya çekmesinden ve böylece motion capture'ın temellerini atmasıyla doğan ilk Prince of Persia'dan da başlasak gayet yeterli olur. Bilgisayarların muhasebe makinaları olarak görüldüğü bir zamanda piyasaya çıkan PoP, bünyelerde (ve kaçınılmaz olarak mesai saatlerinde) bomba etkisi yaptı ve oyunları bugünlere getirecek olaylar zincirinin ilk halkalarından biri oldu.
Elbette, doksanlardan bu yana oyun sektörü inanılmaz büyüdü. Artık ufak, amatör yapımların yerini, binlerce kişinin ekmek parasını çıkarttığı sanat eserleri alıyor. Oyuncular daha gerçekçi ve daha eğlenceli oyunlar istemeye başladı ki bu da bizi Assassins's Creed'e getiriyor. Sizi oyunun benzerine az rastlanır büyüsü olduğuna ikna etmeye çalışmadan önce tek bir şey söylemek istiyorum. Kendinizi Kudüs'ün en yüksek minaresinden aşağı bırakıp son onda bir tahta parçasına tutunarak tüy gibi yere indiğinizde, oyun oynamayı neden hala sevdiğimizi tekrar hatırlayacaksınız. Evet, AC böyle bir sihre sahip.
Aslında PS3'te, Can ile suyunu çıkarttığımız bir oyunu, sıfırdan PC'de oynamak beni birazcık sıktı. Bunun nedeni ise AC'nin belli bir yerden sonra kendini tekrar etmesi. Ama yine de bunlar, ekranlarımızda görmek istediğimiz tekrarlar efenim. Çünkü ilk Leap of Faith'ten sonra etrafınıza bakındığınızda insanların size "Ah yavrucak, delirdi herhalde" demesinden tutun da, Kudüs'ü ilk kez gördüğünüzde çenenizin düşmesine kadar AC, gerçekten çok güzel bir oyun. Fakat Jade Raymond'un gözlerini kırpıştırıp da söylediği gibi de hayatımızı değiştirecek "O" oyun, bu değil. Nedenlerine nasıllarına gelin birlikte bakalım.
Gizli hançer, hangi koldaydı yahu?
AC, pek çok oyunun kendine has özelliklerini aynı potada eritmeye çalışmış ve bunda da kısmen başarılı olmuş bir yapım. Oyundaki üç ana şehir olan Kudüs, Şam ve Akka'nın içinde ya da aralarındaki topraklarda rahatça atınızı koşturabilmek, ufak maceralara atılmak, şehirlerdeki yan ve mini görevler, yani genel olarak oyunun serbest yapısı GTA'ya, duvarlarda koşup kılıç çekerek etraftakilere kök söktürmek yeni jenerasyon PoP'lara ve suikastlerin giriş, gelişme, sonuç kısımları ise tabii ki Hitman serisine benziyor. Sands of Time'ın yapımcısı Ubisoft Montreal, bu özellikler ile kendi fikirlerini harmanlayarak çoğu yönüyle etkileyici, ama bazı açılardan da sınıfta kalan bir oyun sunuyor bizlere. Çünkü her ne kadar gizliliğe ve planlamaya dayansa da, tek tuşluk harika karşı-ataklar ile oyundaki herkesi harcamanız o kadar kolay ki, erkekliğin onda dokuzu ve oyunun özü olan kaçmak, dövüşlerin rahatlığı yüzünden ikinci plana atılıyor.
Her şeyden önce, AC, verdiği sözlerin çoğunu hakkıyla yerine getiren bir oyun. Ubisoft, oyunu duyurduğundan beri iki şeyin üstüne çok durdu: Biri Free running, diğeri ise kalabalıkla etkileşim. Montreal ekibi, ikisinin de altından başarıyla kalkmış. İlk olarak, Fransa'da bir gençlik akımı olarak başlayıp profesyonel bir spor dalı haline geline Free running(serbest koşu), sanal ortama daha iyi aktarılamazdı. Üstelik parmaklarınız birbirine dolanmadan, yalnızca tek tuşa basılı tutarak damlardan atlamanız, duvarlarda koşmanız ve en ufak çıkıntıya kolaylıkla tırmanabilmeniz gayet rahat. Aynı şey, kılıç dövüşleri için de geçerli. Zamanlamasını doğru ayarladığınızda, yine tek tuşla düşmanlarınızı olabilecek en estetik şekilde biçebilirsiniz. Tabii hal böyle olunca, karşınızda genelde kimse duramıyor; bu yüzden de gizliliği boş verip muhafızlara yara yara ilerlemeniz çok kolaylaşıyor. Tabii bu kolaylıkta, düşmanlarınızın çok saygılı olmasının da payı var. Etrafınızda çemberler çizerek size saldırmak için sıralarının gelmesini bekliyorlar ve asla arkanızdan hamle etmiyorlar. Bu sebepten dolayı her biri sizin kılıcınızın altında can veriyor.
Kalabalıkla etkileşim ise bambaşka bir hikaye. Etrafınızdaki insanın sokaklarda gezinen süsler olmadığını, koşarken birine çarpıp yere düştüğünüzde, sizi kovalayanların kolundan ya da zorbalık yapıyorsanız sizin kolunuzdan tuttuklarında veya bir dilenci tam siz hançerinizi çekmiş, saldırmaya hazırken önünüze gelip yalvarmaya başladığında daha iyi anlıyorsunuz. Tavırlarınıza ve içinde bulunduğunuz duruma göre size destek ya da köstek olabilecek dinamik bir kalabalık, oyuna gerçekten ayrı bir tat katıyor. Hayatını kurtardığınız bir dilenci kızın mahallesindeki delikanlıların, peşinizdekilere saldırmasından tutun da, rahiplerin arasına karışarak elinizi kolunuzu sallayarak giremediğiniz yerlere kolaylıkla geçebilmenize, ya da tam sakin sakin yürürken birilerinin yakanıza yapışmasına kadar sizi etkileyecek bir sürü tepki mevcut ve her biri de size eşsiz bir oynanış süresi yaşatıyor!